1939’dan Günümüze İşsizlik
Bugün Türkiye’ de geniş ölçüde işsizliğin varlığını kabul etmeyen yoktur. ‘İşi olmayan ve cari ücret düzeyi içerisinde iş arayan kişiye işsiz denir.’
1939-1945 yılları arasında gerçekleşen 2. Dünya Savaşı işgücünün askere çekilmesinden dolayı tarım yapan orta köylü kesimini zorlamıştı.1942 yılında çıkarılan yasa (1942 Çiftçiyi Topraklandırmayla ilgili yasa) ve 1943 yılının yeni vergileri orta kesim köylünün bu ittifaka yabancılaşmasına neden olmuştur. Çiftçiyi topraklandırma girişimleri toprak ağasını ve zengin kesim köylüyü temsil etmediğinden destek görmemiştir. 1950, ülke genelinde olduğu gibi Türkiye ekonomisinde önemli değişimlerle kendisini göstermiştir. 1950 yılı öncesi ülke ekonomisi tarıma dayalıydı ve sanayileşme çok yavaş gerçekleşiyordu. 1950- 1975 döneminde toplam nüfus içerisindeki %23.4 kırsal nüfus gerilerken aynı oranlarda kentsel nüfus artmıştır. 1970’li yılların sonunda, nüfusun yaklaşık yarısının şehirlerde yaşadığı saptanmıştır. Kır ve kent nüfus oranını belirleyen en ağırlıklı etken; kırdan kente göç olgusudur. Kırdan kente göç olgusu, istihdam sorunu gibi birçok sorunu beraberinde getirmiştir.
1982 Yılında Çıkarılan İstihdam Raporu Göç ve İşsizlik
Devlet Planlama Teşkilatı’nın Şubat 1982 tarihinde hazırlamış olduğu istihdam raporunda, istihdamı attırmaya yönelik tedbirlerden birkaçı; konut inşaatı altyapı yatırımları gibi yollarla istihdamın arttırılması; gençler, yaşlılar ve kadınlar gibi özel hedef gruplarının istihdamına yönelik ilave politikalar, mesleki beceri kazandırmaya yönelik yapılan politikalar ilk bakışta yüzeyde kalan, işsizliği temelden etkileyebilecek ekonomi politikalarına ilişkin tedbirler değildir. Bugün Türkiye’ de geniş ölçüde işsizliğin varlığını kabul etmeyen yoktur. ‘İşi olmayan ve cari ücret düzeyi içerisinde iş arayan kişiye işsiz denir.’ Türkiye dışa işgücü satan bir ülkedir. Yapısal değişim süreci içerisinde iç ve dış göç gerçekleşmiştir. 1950 yılına kadar olan dönemde işsizliğe çözüm olarak Mecmua-ı Fünun’da bahsedildiği gibi hamal vb. geçici işlerle, günü birlik buldukları işlerle üç beş kuruş kazanarak geçim sağlanıyordu. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlere göç eden kesim ise devletin çeşitli kurumlarında odacılık, inşaat ve taşımacılık gibi işlerde çalışıyorlardı. İşsizlik açısından dönüm noktası olarak kabul edilen yıl 1945- 1950 yılları olarak kabul edilir. Türkiye o günlere kadar böylesi bir nüfus patlaması yaşamamıştır. Dış ülkelere yönelik göç 1970’li yılların başına kadar sürmüştür.
Marjinal Kesim/Gecekondulaşma Kentleşme ve Arabesk Kültürü
İç göçte ‘marjinal kesim’ terimi ile karşı karşıya kalıyoruz. Marjinal kesim göç ettiklerinde başlarını örtecek çatıda yaşayan ve bütün aile bireylerinin ucuz işçi olarak çalışan kesimidir. Bu gruptakilerin beklentileri kentte yaşayanlara göre azdır, iş beklentisi azdır, belirsiz birtakım işlerde çalışırlar, eğitim ile işsizliği aşabileceğine inanan kesimdirler. Kentlere göç eden kesim gecekondu alanlarında oturan, açık ve gizli işsizlerin büyük bir bölümünü içeren marjinal kesimin içerisinde değer yargıları da dahil olumlu ve olumsuz birçok değişime uğramıştır. Umutsuzluk ve kadercilik gene bu yığınların yeni değer yargılarıyla kültürlerin temel ögesi olmaktadır. Arabesk kültürü, kalitesiz tv dizileriyle beslenen yıkım kültürünü ortaya çıkarmıştır. İşsiz genel olarak olumsuz duruma çözüm yolu olarak; kaçakçılık, haraç toplama, alkolizm, aile içi huzursuzluklar ve boş zamanları değerlendirme konusunda problemli olan kesimdir. Hiç şüphe yok ki aslında hep göçlerle yaşıyoruz ve göçlerin mahiyeti farklı farklıdır. Göç hareketi itme- çekme modeli çerçevesinde oluşur. Kentsel alanda işgücü gereksinimi, gelir olanaklarının kırsal alana göre yüksekliği, eğitim sağlık, sosyal güvenlik hizmetlerinin kırsal alana oranla görece iyiliği kentsel yerleşim alanlarının kır nüfusunu çeken yönüdür. Ülkemizde yaşanılan bir diğer iç göç ise zorunlu göçtür ve tamamen kırsaldan doğru gelişmiştir.
Kürt Sorunu
1990- 1995 yılında yaşanan göç devinimi % 71,6’sının zorunlu olarak ülkemizde asıl problemi ‘Kürt Sorunu’ oluşturmaktadır. 1994 yılından itibaren sokakta çalışan çocuk sayısındaki önemli artışı, Kürt Kökenli vatandaşın Türkçe bilmediklerinden dolayı kendilerini ifade edememeleri, insanların psikolojik yönden olumsuz etkilenmesi de söz konusudur. Türkiye, kendi içinde toplumsal olarak yaşadığı sorunların en derin izlerini göç ve kentleşme konusunda yaşamaktadır. Kent insana kentli olma, kentli gibi davranma ekseninde kimlik kazandırır. İnsanlar yaşadıkları çevreden, bulundukları ortamdan kopmayı, uzaklaşmayı istemezler ancak ekonomik koşulların yetersizliği başka ortamlarda başka yerlerde çözüm aramaya yönlendirir. Yoksulluk ile göç arasında da bağlantı vardır. Bölgelerarası yoksulluk düzeyi her zaman farklı olmuştur; Afrika’daki yoksul ile Amerika’daki yoksul aynı değildir. 2.Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’ya gönderilen işgücü ise kendi yaşamlarının öznesi olarak değil nesnesi olarak yer almıştır yani göç sonucunda yabancılaşma sorunu ile yaşamaya çalışmışlardır ancak kimlik bunalımı yaşamışlardır. Önceleri kendi geleneksel yaşamlarında çevreleriyle yakın ilişki içindelerdi, akrabalarına istedikleri zaman gidebilirlerdi ama şimdi kendilerine tümüyle yabancı bir ortamda aynı yakın ilişkileri kurmaları olanaksızdı. Arabesk kültürünün doğması için neden aramaya gerek yoktur, tüm bu yaşanılanlar bu kültürün doğuşunun nedenidir. Gecekondulular sadece gecekondu semtleriyle sınırlı kalmayıp kentli nüfusa kaymışlardır. Gecekondululara özgü olarak görülen arabesk müzik tüm kentlilerin beğenisini kazanmıştır, kentliler tarafından da sahiplenilmiştir. Kentlerde oldukça geniş arazilere yayılan gecekondular için 80’ li yıllarda yeni bir süreç başladı ‘apartmanlaşma’. Acaba gecekondulular mı kentleşiyordu yoksa kentliler mi gecekondulaşıyorlardı. Apartman koridorlarındaki ayakkabılar, balkondan silkelenen halılar, balkondan balkona sohbetler. Buradan taşranın mı kent ortamına uyum sağladığı yoksa kentin mi taşralılık içerisinde yok olduğunu anlamamız bir hayli zorlaşmıştır.
Yazar: Hümeyra Dursun